25 Ekim 2014 Cumartesi

YARIM



Bir varmış bir yokmuşŞehir merkezinin göbeğinde şaşaalı hayatından bunalmış bir yazar varmış. Hayat öylesine hızlı akıyormuş ki, yaşadığı yer adeta yeryüzünde bir cehennemmiş. Yani ona göre öyle.

Sevdiğimiz şeyler azaldığında ya da yok olduğunda hepimiz benzer hissetmiyor muyuz? Hayat anlamsızlaşıyor. Kimse bizi anlamıyormuş gibi geliyor. Yapmakta olduğumuz şeyler yarım kalıyor. Yarım. Yarı. Yar. Ya. Y. Yarım’ın Y’si. Yokun Y’si. Yok. Bazen çok kritik bu “Yok”. Yarım bıraktığımız şeyin ne olduğuna bakar. Misal, frambuazlı bir pasta, başlangıçta çok zevkli gelen bir film gibi önemsiz şeyler ya da daha ciddi şeyler, evlilik, kariyer, ya da mesela bir hikaye. Size bağımlı, siz olmadan akmayacak.

Bir varmış bir yokmuşun içinde bir hikaye. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir hikaye ve bu hikayede hayat bulan iki sevgili. Aşkları kolay olmamıştı. Yıllar sonra kavuşmuşlardı birbirlerine. Aşk büyük bir çaba gerektirir klişelerini zaten biliyorsunuz. Silgi! Bunlardan bahsetmeyeceğim. Yani işte klasik sonlardaki gibi gökten üç elma düşerken biri size, biri bana, biri de yazara, bizim yazar cehennemine merhaba demiş. Gitmiyormuş eli kağıda. Gökten üç elma düşş diyemiyormuş.

İş başa düşş. Bizim sevgililer bakmış ki zaman durmuş, gittikçe hissizleşiyorlar kendi mistik dünyalarında. Ki bu dünya yazarın yaşadığı şehir merkezinden çook çok uzaklarda, belki de başka boyutlardaymış. Burada hissizleşmek saçmaymış çünkü aşk varmış. Birilerinin bu duruma bir dur demesi gerekliymiş. Yazarı içinden çıkılmaz ruh halinden uyandırmak belki. Kız oğlana veda etmiş. Hikayeden çıkıp yazara ulaşmayı denemek için türlü şey denemiş. Sonunda evlerinin önündeki kuyudan atlayıp şehrin merkezine düşş.

Kaos! Yıkım! Böyle şeylere o kadar yabancıymış ki. Neyse ki çok uzakta değilmiş. Yazarın evine gelmiş. Kapıyı çalmış. Yazar bu beklenmedik zil sesine şaşırmış. Hiç arkadaşı olmayan birinden ne bekliyorsunuz? Tek dostu kitapları, dergileri, gazeteleriymiş. Pek farklı biri de değilmiş merhaba diyen. İnsanları kapıda bekletmek huyu değilmiş. Üstelik kız ona epey tanıdık gelmiş. Nereden geldiğini anlatınca aydınlanmış ve pek şaşırmış bizim yazar ama pek de oralı olmamış. Hikayesi yarım kalan karakterler gibi bitkin ve isteksizmiş. Kıza yarım kalan frambuazlı pastadan ikram etmiş. Sonra film izlemişler birlikte, yazarın yarım bıraktığı önceden. Geçmişte yaptığı hatalı evlilikten bahsetmiş yazar kıza. Yarım kalan hayallerinden, hayatından…Yazar olmadan önce vazgeçtiği mühendislik kariyerinden… Ne çok şey var yarım kalan. Elde kalanları birleştirsek bir tam eder mi? En azından biri tamamlansa ne güzel olurdu. Ama enerji yok, gerekli ilham eksik.

Yazar banyodayken, kız gizlice, hikayenin yazıldığı kağıtları önüne açmış. Sonunda yazana bakmış. Gökten üç elma düş… Tam “müş” yazacakken kızın aklına neden bu hikayeyi değiştirmediği gelivermiş. Farklı bir sonu olabilir. Ayrıca sonsuz olmak önemlidir. Karakterler neden sonsuz olmasınmış? Sonsuza kadar mutlu yaşadılar mı yazsınmış? Yoksa en ince detaylara kadar inse miymiş? İşte böyle düşünürken sevgilisi aklına gelmiş. Başka diyarlar görmeyi ne kadar çok istemişlerdi birlikte. O anda yarım kalmayacak bir dünya turuna çıkarmak istemiş kendisini ve sevgilisini. Mistik bir Uzakdoğu gezisi mesela… Yazarken farketmiş ki kendisi hakkında bir kelime bile yazamıyor, çünkü yok, çünkü yarım. Diğer yarım, o gidebilir diye düşünmüş kız. Yollamış sevgilisini uzak diyarlara, iki haftalık bir tatilcik. Geri dönermiş nasıl olsa.

Uyuyakalmıştı kız, yazar duştan çıkıp geri döndüğünde. Ve kafası düşğünde kağıda, girivermişti kendi hikayesine yeniden. Yazar boşverdi. Boşverişini bile yarıda kesti. Yatağına uzandı. Uyukluyordu. Yarım rüyalar görmeye başlamıştı.


Kız, dünyasında yapayalnızdı. Sevgilisi dönmüyordu tatilden bir türlü. Ama ne üzüntü hissedebiliyordu ne de bir şey geliyordu elinden. Çünkü hikaye devam etmiyordu, yarımdı. Sevgilisi gezmekten keyif alıyordu ama bir şeyler eksikti. Kızın o tatlı gülümsemeleri, ilginç şeyler keşfettiğindeki heyecanı yoktu. Ve o olmadığında her şey bomboş, her şey sıkıcı, her şey yarımdı. Atladı suyun içine, o anda yazarın evinin küvetinde beliriverdi. Az kalsın boğuluyordu. Sonra farketti ki suyu tam boşaltmamıştı yazar. Su bile yarımdı. Küvetin yarısı doluydu. Belki de yarısı boş. Oğlanın kalbi gibi. Dolu ama boş. Sevgili olmadıktan sonra, bomboş. Geri getirmeliydi onu ya da kendisi dönmeliydi o sıkıcı tatilden. Salona koştu. Sabaha karşı beş. Sessizce doğmaya hazırlanan güneş. O tamdı. Yarım güneş olur mu hiç? Kağıtları aradı. Neredeydi bu hikaye? O da ne. Pencere. Açık. Yarım değil tam açık. Sonra rüzgar. Son sayfayı alıp götüren rüzgar. Üç elmayı uçurabilecek güçteki sonsuz tatilin rüzgarı. Ayrılıkların... Yarımların...